7 Ekim 2010 Perşembe

The Player


“The Player” ın komediye kaçmayan ince mizah anlayışındaki başarısını yadırgamamak lazım, ne de olsa Altman, 50 yıl boyunca üretimini devam ettirdiği ortamı, Hollywood’u, 80’lere kadar içerden , 80 sonrası da bu piyasa tarafından yadırganan derlemeci vizyonuyla dışarıdan gözlemleme imkanına sahip olmuş bir yönetmen. Her karesiyle sivri dilli bir Hollywood eleştirisi yapan filmi, sadece komedi, polisiye veya gerilim olarak nitelendirmek pek mümkün değil. Filmin açılışını 8 dakikalik uzun bir planla yapan Altman bu esnada 90’lar Hollywood’unun aç gözlü tüketimine karşı tavrını açıkça sergiliyor. Hollywood film yapımcılarının sıradan bir güne başlangıçlarından tutun, posta görevlisinin yaşadığı görünmez kazaya kadar, her türlü gündelik olaya görgü tanıklığı yaptığımız bu açılışta Hollywood arenasında sinsice dolaşan kamera, pencerelerin dışından, içeride dönen her türlü diyaloğa da kulak misafiri olmamızı sağlayıp, bizi de suç ortağı yaparak kurgunun içine alıyor. Filmin genelinde arka plan müziği olarak kullanılan diyaloglar, diğer birçok filme yapılan referanslar, sürekli tekrarlanan aşina olduğumuz isimler, bazen konsantrasyon ve takip zorluğu yaşamanıza sebep olacak olsa da hikayenin devam etmesiyle bu sıkıntı etkisini kaybederek ortadan kalkıyor. Kameranın başrol oyuncusu Tim Robbins’i takip etmeye başlamasıyla yönetmenin yarım yüzyıllık özenle koruduğu üçüncü göz durumundan yararlanıp torpilli olarak başlıyoruz Hollywood serüvenine.
Michael Tolkin’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan filmde, Griffin Mill (Tim Robbins) bir film şirketinin senaryo seçmelerini yapmakla sorumlu yönetici konumunda. Kaçınılmaz Hollywood günahını işleyerek, senaryosunu değerlendirmeye almadiği bir senaryo yazarının gönderdiği tehdit içerikli kartpostallarla başlayan olaylar kurgusu, suç ortaklığımızın yoğunlaştığı, Griffin Mill’in yazar David Kahane (Vincent D’Onofrio)’ i kazara öldürmesine tanık olmamızla hararetleniyor. Tabi ki tek bir ana olaya bağlı kalmayan Robert Altman, klasik bir Hollywood filminin başarıya (gişe başarısı demek daha uygun olur) ulaşması için kullanılan, seyirciyi etkilemesi beklenen ne kadar öğe varsa hepsini eleştirel bir biçimde tek tek kurguya dahil etmiş. Filmin sonuna kadar ana karakteri zorlayan, cinayetin ardından yeşeren etiğe aykırı aşk hikayesi, ikircikli dedektif-zanlı ilişkisi, işyerindeki yeni rekabet ortamı gibi düğümler, yine bütün film boyunca süren Hollywood klişesi “mutlu son” tartışmasını da çok ustaca taşlayarak çözülüyor. Film bittikten sonra suratınızda oluşacak tebessümün sebebi ise, aslında bütün film boyunca Griffin Mill ile beraber dinlediğiniz “bu senaryodan da film olur mu” dedirtecek senaryolardan birini izlemiş olduğunuzu hissetmeniz olacak yüksek olasılıkla. Hollywood’u kendi silahlarıyla hedef alan Altman, Griffin Mill’in ivme kazanan yaşantısını da herhangi bir para getirecek Hollywood senaryosu olarak önümüze koyuyor.
Altman’ın Gosford Park gibi diğer filmlerinde de dikkat çeken, çok sayıda ünlü oyuncuyu filmin bütünlüğüne gölge düşürmeden aynı kadroda toplaması “the Player”da tam bir başari olmuş, hele ki mevzu Hollywood olunca. Filmde Whoopi Goldberg, Peter Gallagher, Cynthia Stevenson’dan, birtakım küçük rollerle sanki kendi filmlerinden bazı sahnelerle karsımıza çıktıklarını hissettiğimiz Julia Roberts, Susan Sarandon ve Bruce Willis’e kadar 65’e yakın ünlü rol alıyor.
Sinema takipçilerinin, her karede “Touch of Evil”, “The Bicycle Thief” gibi birçok değerli filme yapılan göndermeleri yakalayacak olmaları, alabileceğiniz keyfe dair son bir ufak ipucu.