14 Haziran 2007 Perşembe

Cries and Whispers

Bergman filmleri deyince artık arkama bakmadan kaçasım geliyor. Sanki o umutsuzluk, o lanetli arayış filmden sonra benim peşime takılacakmış, kendimi Agnes gibi acı acı bağırırken buluverecekmişim şeklinde bi paranoya.. Görsel stil, renkler, karakter analizi herşey süper filmde, zaten umutsuzluk misyonerliğini eline almışsa Bergman, sokakta incil dağıtanlardan daha ikna edici olması gerektiği şüphe götürmez. Kedi ulaşamadığı ciğere mundar der misali, ısrarlı tanrı arayışından yanıtsız ayrılınca ulaştığı herkesi yeni inanışı örümcek tanrısının ağlarına düşürmeye azmetmiş ve çok da başarılı olduğunu kabul etmek lazım. Yarattığı karakterlere baktığımda, Bergman'ın naifçe 'ben hayatın anlamını sorguluyorum' demesinin ardında 'ben tanrıyım' vurgusunu görüyorum. Üç kardeş, üçü de birbirinden hasta. Bastırdıkları bütün duygularını Anna'yi ezerek tatmin ediyorlar. Aralarında gerçek anlamda hasta olan, kanser olan, Agnes ise İsa'nin kadın olarak vücut bulmuş hali. İnsanlığın hataları için dayanılmaz bir acı çekiyor. Hal böyleyken görünenin bir üst basamağına çıkınca Bergman diyor ki 'Agnes'i gönderdim ey takipçilerim. Hafızanız yanıltıcı, gerçek olan içinizdeki inançsızlık. Tutkularınızın kırmızısında kayboluşunuzu gösteriyorum size. İzleyin ve bu görsel şölene hayran kalın.' Ne yalan söyleyeyim ben kaldım, ama tanrıyla iletişime geçmek için hazır değilmiş bu zavallı ruhum..