Yönetmen Julio Medem’in detaylar konusundaki tüm titizliğini gözardı ederek Kutup Çizgisi Aşıkları olarak Türkçe’ye çevrilmiş Los Amantes Del Circulo Polar. Birebir çevirilerin kulağa zaman zaman saçma geldiği doğru olsa da, bu kadar yoğun sembolizm yüklü olan böyle bir filmin adının da başlıbaşına bir sembol olduğunu görmek zor olmasa gerek. Orjinal adını birebir kutup dairesi aşıkları olarak çevirerek filmin bir kısmının kutup dairesinde geçmesinin yanında, doğrusal bir zaman kurgusu değil de dairesel bir zaman anlayışı olduğunun da altını çizerek Medem’in hakkını verebiliriz.
Önceki filmleri Tierra (1996), La Ardilla Roja (1993), ve Vacas (1991)’a benzer şekilde Los Amantes Del Circulo Polar’da da tesadüfler, şans ve kader temaları üstüne yoğunlaşan Medem, kaderin böylesi dedirten bir film yapmış. Filmin aşıkları Ana ve Otto, tersten de aynı şekilde okunabilen palindromik isimleriyle sanki doğuştan birbirleri için yaratılmışlar. Zaten çocukluktan başlayan aşklarını, ergen ve yetişkin halleriyle üçer farklı oyuncunun da (Ana’yı sırasıyla Sara Valiente, Kristel Diaz ve Najwa Nimri; Otto’yu da Peru Medem, Victor Hugo Oliveira ve Fele Martinez oynuyor) doğallıkları sayesinde sanki elimizde büyümüşler gibi bir samimiyetle izliyoruz. Otto bir topun ardından koşarken annesinden kaçan Ana’yla karşılaşır, bu ilk tesadüf aynı evde yaşamalarına varan tesadüfler zincirinin ilk halkasını oluşturur. Yasanılan aşk, dozu bakımından Yann Samuell’in yönettiği Jeux D’enfants’ı andırırken, tesadüfi olarak iki film için de aynı soruyu sorduğumu farkediyorum, neden ayrılmak zorunda kalıyorlar? Los Amantes Del Circulo Polar’da da bu soruya mantıklı bir yanıt bulamayıp, ayrılık olmadan aşk kendini var edemiyor mu sorusunda daha da çıkmazlara düşmemek adına, aşkın doğasından ötürü, aşk filmlerinin de böyle kör noktaları olması gerektiği genellemesini yaparak işin içinden çıkmaya karar verdim.
Film bu aşk hikayesini iki kahramanın da bakış açısından bölüm bölüm sunuyor. Bu sayede olan olayların önce sonuçlarını daha sonra da Ana ve Otto’nun gözlerinden kendi sebeplendirmelerini görüyoruz. Anlatımın kronolojisinin bu yolla bozulup filmin dairesel zamanlamasına uyarlanan olaylar, daha Ana’nın gözlerinde Otto’nun yansımasını gördüğümüz ilk sahneyle başlıyor. Kolaylıkla tahmin edileceği üzere bu aslında son sahne, yani çember bu noktada birleşiyor. Çemberin üstünde bu noktada başlayıp yine aynı noktada biten yolculukta kullanılan çoğul perspektif, kamera hakimiyetini yıkıp, kameranın gösterdiklerinin gerçekliğini sorgulamak için oldukça başarılı kullanılmış. Hatta bu gerçekliği daha iyi sorgulayabilmek için olaylar çifte kavrulmuş lokum tadında ikram edilmis. Lokum dediysek, kolay yenilir yutulur olduğunu düşünmeyin, film epey acıklı bir halet-i ruhiyeyle uğurluyor misafirlerini. Yine de Medem’in misafirperverliğini es geçmemek adına eklemek lazım, mutlu sonla biten aşk filmlerini sevenlerin yüreği de kaldırabilsin diye filmin yine Jeux D’enfants’takine benzer bir çoktan seçmeli sonu olduğunu söylemek mümkün ama bu mutlu son sadece böyle de olabilirdi demek için verilmiş, yanı acı sonu daha da perçinleyen bir seçenek olarak kalmaktan öteye gidemiyor.
Medem’in bu tesadüfler üstüne kurulu filminin Woody Allen’in herkesin bir başkasıyla rastlaştığı filmlerinin kendiliğindenliğiyle, Krystof Kieslowski’nin bu rastlaşmalara kattığı dogaüstü motifler arasında bir noktada kaldığını söylemek mümkün. Şans mı, kader mi sorusu üstüne düşünmenin yani sıra, özellikle İspanyol sinemasının diline aşina olanların çözmekten keyif alacağı bir sarmal bulmaca Ana ve Otto. İsteyen sağdan başlasın, isteyen soldan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder