16 Nisan 2008 Çarşamba

Jules ve Jim


Jules ve Jim, izlediğimde hayran kaldığım ve hakkında yazmak için epeyce heveslendiğim bir film. Ortam çok uygun, dışarıda sakin bir yağmur var, gece olmuş, rahatsız eden tek bir ses yok. Bilgisayarın karşısına geçtim ve kahvemi yudumluyorum. Bir aşk filminden bahsetmek için en uygun koşullar altında üç bardak kahve içtikten sonra hala tek satır yazamadığımı farkediyorum. Yeni Dalga’nın en iddialı aşk filminden bahsetmek için oldukça klişe bir romantizm halindeyim, bunu farkeder farketmez kendime gelip, Truffaut’nun filmde şiddetle kaçındığı bu verili duygusallık halinden acilen çıkıyorum.
Jules (Oskar Werner) ve Jim (Henri Serre) Paris’te bohem hayatı süren, sanat üzerine yaptıkları hararetli konuşmalarla dostluklarının kuruluşuna şahit olduğumuz iki genç adam. Catherine (Jeanne Moreau) ise ikisinin de hayran kaldığı parlak gülüşlü tanrıça heykelinin apaçık vücut bulmuş hali. Mevzu bahis de, bu iki birbirine düşkün dost ve delidolu Belle Epoque tanrıçası arasında 1. Dünya Savaşı öncesinden Büyük Buhran sonrasına uzanan 20 yıllık bir aşk üçgeni. Truffaut öyküyü Henri Pierre Roche’un 75 yaşında kaleme aldığı, otobiyografik ögeler içeren romanından uyarlamış. 1962’de film çekildiğinde daha neredeyse yönetmenlik kariyerinin başlarında olan Truffaut’nun heyecanı Roche’un olgunluğuyla birleşince, lirik olduğu kadar da gerçekçi bir film çıkmış ortaya.
Filmin başarısı sadece senaryodan ileri gelmiyor tabii ki. Yeni Dalga tekniklerini konuya ustalıkla yediren Truffaut, Fransa’nin Lale Devri olarak tanımlanabilecek 1. Dünya Savaşı öncesi ve savaşın getirdiği sıkıntıların hüküm sürdüğü takip eden yılların, birbirine zıt atmosferini döneme son derece uygun geçişlerle yansıtmış filmde. Bu iki farklı atmosfer ve karakterlerin gelişimi; gerçek mekan kullanımı, kostümler hatta Picasso’nun değişik dönem tablolarının ince detaylar olarak kullanıldığı sahnelerle verilirken, filmin doğallığına en ufak bir gölge düşmemesi açısından karakterlerinde makyaj bile kullanmamış Truffaut. Akımın anarşist tavrına uygun olarak en az karakterler kadar özgür kılınan kamera da döne döne kendi etrafında bir çember tamamlamak, hızlı panlar yapmak suretiyle karakterlerin neşeli vurdumduymazlıklarını aynı tempoyla kaydederken, uzun planlar ve derin fokuslarla da içten içe yaşanan kaosu da yansıtmaktan geri kalmamış.
Jules ve Jim’de oyunculuklara hayran kalmamak da mümkün değil. Filmin adının Jules ve Jim olmasına rağmen sıradışı karakteri ve etkileyiciliğiyle olayları kendi ekseninde döndüren Catherine’i canlandıran Jeanne Moreau, kusursuz oyunculuğuyla beni de bir izleyici olarak etkisi altına aldı. Ele avuca sığmayan neşesi ve çekiciliğinin yani sıra aniden duygusal boşluklara düşen Catherine karakterinin, Truffaut’nun diğer filmlerinde de konu edilen, dengesiz olduğu için korkulası ama bir o kadar da tapınılası kadınlarının en detaylı portresi olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Erkek karakterlerini de Jules ve Jim gibi tutarlı, abartısız, gerektiği kadar karizmatik ve aynı ölçüde naif karakterler olarak seçen Truffaut’ya yöneltilen kadın düşmanlığı iddiaları olduğunu söyledikten sonra yönetmenin filmlerindeki hümanist yaklaşımından bahsetmenin yeridir diye düşünüyorum.
Filmin romansı havasını korumak ve karakterlerin iç dünyalarına girişimizi sağlamak için anlatıcı olarak kullanılan üst ses Truffaut’nun her üç karakterle de aynı mesafeyi korumasını sağlayan en önemli unsur olmuş. Bu kaotik aşk üçgenini, aşıkların gözünden değil de dışardan izlemek Truffaut’nun kamerasından sonra, bu sefer de izleyicisine tanıdığı bir özgürlük. Karakterleri için herhangi bir yargıda bulunmayan yönetmen, izleyicinin de taraflı bir empati kurmasına olanak sağlamaması açısından hümanist olarak nitelendiriliyor. Kadın düşmanı iddialarının doğruluğuna Truffaut filmlerinde kanıt bulamamış olsam da, Jules ve Jim’in Catherine’e aşık olduğu gibi, kendisinin de aşkı tehlikeli ve çekici bulduğu kadınlarda aradığına dair bir izlenime kapıldığımı rahatlıkla söyleyebilirim ben bu tutkulu portreden. Zaten konu bir auteur yönetmenin sinemasıysa, onun tutku ve arayışlarının şahidi olmaya davetlisiniz demektir. Keyfinin çıkarılması tavsiye olunur...